Orpheus, Homerus'un (İlyada ve Odysseia) ilham perisi olan Calliope' nin oğluydu. Öylesine yetenekliydi ki yeryüzünde onun kadar güzel lir çalan müzisyen yokmuş. Orpheus lirini çaldığında müziğinin büyüsüne kapılmayan hiçbir canlı bulunmazmış. Orpheus güzelliğiyle nam salan orman perisi Euridice' ye aşık olmuş ve onunla evlenmiş. Eşine sonsuz aşkla bağlıydı ki lirinden dökülen melodileri duyan ağaçlar çiçek açar, rüzgarlar esmezmiş. Antik Yunan kültüründe bu kadar çok mutlu olunduğunda mutlaka kötü birşey olacağına inanılırmış. (Orpheus and Euridice - Nicolas Poussin) Euridice bahçesinde meyve toplarken bir satyr onun güzelliğiyle kendinden geçip ve ona saldırmış. Korkuyla satyrdan kaçan Euridice zehirli yılanların olduğu çukura düşmüş ve ısırılmış. Orpheus onu bulduğunda peri artık ölmüştür. Orpheus eşinin öldüğünü kabul edememiştir. Orpheus eşine okadar çok aşıktır ki Hades' e inip onu geri getirmeye karar verir. Gece gündüz demeden yürüyüp bir mağaraya ulaşır. Mağaradaki bilge periye hikayesini anlatıp yeraltına gidecek yolu sorar. Mağaranın arkasındaki tünelden Styx nehrine ulaşır. Charon'la karşılaşan Orpheus' un büyülü liriyle çaldığı ağıt o kadar hüzünlüdür ki gözleri yaşlı ruhlar kayığa binmesi için ona yer açar. Müziğin etkisiyle Charon, onun sandala binmesine izin verir. (Orpheus - Franz Von Stuck) Orpheus, Styx nehrini geçip Hades' in kapısındaki bekçi Cerberus' la karşılaşmış. Cerberus onun kapıdan geçmesine izin vermez çünkü yeraltına inen ruhlar sonsuza dek oradan çıkamaz ve hapsolurmuş. Orpheus, acısını Cerberus' la paylaşıp hüzünlü şarkısını onun için çalar, büyülü ezgilerle vahşi Cerberus sakinleştirmiş ve onun kapıdan geçmesini sağlamış. Orpheus Ölüler Diyarı' nda Tanrı Hades' i bulana dek yürümeye devam etmiş. Orpheus' u gören ölüler onun Tartares' e mi yoksa Elysium' a mı gideceğini merak edip onu takip etmişler. Etrafı ölülerle dolu olan Orpheus' u gören Hades sinirlenerek neden burada olduğunu haykırmış. Orpheus lirini çalarak keder dolu ağıdıyla Hades' e neden geldiğini anlatır. (Orpheus Hades' te - Pierre Arnedee Marcel Beronneau) Bir tanrı olan Hades onun yeraltında olma sebebini attığı ilk adımdan dahi bilir fakat ilk kez aşkın gücünü Orpheus' un müziğinde hissetmiştir. Ölüler Diyarı'nın Tanrısı Hades ağıttan o kadar çok etkilenmiş ki Orpheus' un eşinin özgürlüğüne bir şartla şans tanımış. Orpheus Hades' ten ayrılırken Euridice ardından gelecek, yeryüzüne çıkana dek eşine dönüp bakmayacaktır. Orpheus yeryüzüne doğru yürüdükçe içindeki şüphe onu sarar ve daha fazla dayanamayıp eşine dönüp bakar. Rodin'e ait olan "Orpheus ve Euridice" eseri bize o anı yaşatır. (Orpheus ve Euridice - Auguste Rodin )
Euridice ile göz göze geldiğinde tamamen onu kaybeder, eşi hızla gözden kaybolur ve yeniden Hades' e hapsolur. Orpheus bir kez daha eşini kaybetmeye dayanamaz ve onu bir daha göremeyeceğini çaresizce kabul eder. Euridice'nin mezarında ona liriyle ağıtlar yakar. Hiç bitmeyecek bir acı yüreğini sarmaktadır. Müziğinin tesirindeki Dionysos' a tapan kadınlar Orpheus' aşklarını sunarlar fakat o onları reddeder, eşi Euridice'ye aşıktır. Buna dayanamayan kadınlar Orpheus'u öldürüp parçalar ve başını nehre fırlatırlar. Orpheus'un cesedini bulan periler onu gömüp lirini gökyüzündeki yıldızlar arasına yerleştirirler (Lyra). Kaynaklar: Yunan Mitleri (Robert Graves) http://www.dr.com.tr/kitap/yunan-mitleri/robert-grav%C3%AAs/din-mitoloji/mitoloji-efsane/urunno=0000000162959 Sanatın Tüm Öyküsü (Stephen Farthing) http://www.dr.com.tr/kitap/sanatin-tum-oykusu/stephen-farthing/sanat-tasarim/sanat-tarihi-ve-kurami/urunno=0000000429630 Wikipedia Yunan Mitleri (Robert Graves) http://www.dr.com.tr/kitap/yunan-mitleri/robert-grav%C3%AAs/din-mitoloji/mitoloji-efsane/urunno=0000000162959 Sanatın Tüm Öyküsü (Stephen Farthing) http://www.dr.com.tr/kitap/sanatin-tum-oykusu/stephen-farthing/sanat-tasarim/sanat-tarihi-ve-kurami/urunno=0000000429630 Wikipedia https://en.wikipedia.org/wiki/The_Rape_of_Proserpina
1 Comment
Zeus ve kardeşleri babaları Kronos'u (Satürn) gökten indirip öldürdükten sonra krallığın yani gökyüzünün denizlerin ve yeraltının yeni sahiplerini seçmeleri gerekir. Hades (Plüton) kardeşlerinin en büyüğü olduğu için krallığın yeni sahibidir. Fakat Zeus buna izin vermez krallığı ele geçirmek için Hades' i kandırır ve aralarında kura çekerler. Kuradan Zeus gökyüzü ve krallığı, Poseidon denizleri ve Hades ise yeraltını çeker. Hades Ölüler Diyarına hapsedildiği için mutsuz tanrıya dönüşür. Çünkü insanlar ölümden nefret ederler. Hades karanlık, kasvetli ve puslu nehirleri olan ölülerle dolu olan bir yerdi. (Jan Brueghel - Aenaes and the Sybil in Hades) Hades' de Tataros tanrılara karşı gelenlerin atıldığı alevlerden nehirlerin olduğu cehennem, Asphodel sıradan ruhların gezdiği sessiz kasvetli yer olan araf, Elysion ise kahramanlar ve şanslı iyi ruhların gönderildiği cennetti. Mağaralar yeryüzü yeraltı arasında Hades'in kullandığı geçiş kapılarıydı. (Eleusis' deki Hades tapınağı) Hades ölüler diyarındaki ruhları denetlemek için Charon(Azrail) ve Cerberus (üç başlı köpek) görevlendirmişti. Cerberus, Hades' in kapısındaki bekçi köpekti. Ölülerin kaçmasını önlerdi. Ayrıca gökyüzündeki Büyük Köpek Takımyıldızı'ndaki (Canis Major) en parlak olan köpek yıldızı Siriüs onu simgelerdi. (Siriüs Köpek Yıldızı) Charon ölüleri kayığıyla obolos (gümüş sikke) karşılığı Styx nehrinin sonunda Hades' e götürürdü. Styx nefret nehriydi ve suyu zehirliydi. Her ölü Styx nehrini geçmek için sikke ödemek zorundaydı. Ölü gömülmeden önce ağzına veya göz kapaklarına obolos konulmazsa ölü huzursuz biçimde geri döner ve rahatsız ederdi. Bu durumu lehine kullanmak isteyen yunanlılar elleri ve ayakları bağlanmış, etrafı beddualar yazılı küçük tabutlardaki vodoo bebekleri Hades'e gidemeyecek olan ölülerin(cinayete kurban giden) mezarlarına koyup düşmanlarını rahatsız ederlerdi. (Vodoo Bebekleri) Afrodit Poseidon' dan sonra Hades'in de ona boyun eğmesini sağlamak için oğlu Eros' u yanına çağırır ve Zeus'un eşi Demeter' in kızı Kore' ye (Persephone) aşık etmesini ister. Eros, Hades' i Kore' ye tutkuyla aşık eder ve sonra Kore' ye aşık olan Hades, Zeus' un evlenmelerine izin vermesini ister. Zeus ona gizlice yardım eder. Kore çiçek toplarken ışıltılı bir nergis görür , bu çiçek Zeus tarafından yerleştirilmiştir. Kore nergisi koparmasıyla birlikte yer yarılarak siyah atlı arabasıyla Hades karşısına çıkar ve kızı yeraltına kaçırır. Bernini' nin "Persephone' un Kaçırılışı" eserinde bu anı tümüyle yaşarız. (Gian Lorenzo Bernini - Persephone' un Kaçırılış)
Bernini eseri Kardinal Scipione Borghese için yapmış. Eser inanılmaz derecede gerçekçi ve doğal görünür. Hades hiyerarşik bakış açısına göre (tanrı) bir kadından daha büyük yapılmıştır, ayaklarının dibinde yerleştirilmiş olan Cerberus onun Hades olduğunu kanıtlar. Hades sağ bacağındaki ağırlığı sol bacağıyla dengelemiş böylece Koreyi sağ koluyla sıkıca yakalamıştır. Hadesin sağ eli Kore' yi ne kadar çok istediğini ve çok kararlı olduğunu bize gösterir. Kore ise hangi açıdan bakarsak bakalım bize yalvarır ve haykırır. Korenin sağ kolu umutsuzca havada çırpınır , rüzgar saçlarında hissedilir. Hadesin yüzünü sol eliyle iter. Heykel bize etrafında 360 derece dönmeye zorlar tamamiyle direniş anı ve hareketi bize yansıtır. Burada Hades' in acımasızlığına ve Kore' nin boşa çırpınışlarına tanık oluruz. Kızına çok düşkün olan Demeter bu acıyla sarsılır sabanları kırar, öküzleri ve sahiplerini öldürür. Dünyaya sakladığı tohumların kurutmasını emreder, toprak kısa sürede çoraklaşır ve kuraklık başlar. Demeter kızını görene dek dünya üzerinde hiçbir tohumun yeşermesine izin vermez. Zeus' dan kızını geri getirmesini ister. Bu duruma dayanamayan Zeus sadece yeraltında birşey yemedi ise Kore' nin geri döneceğini söyler. Hades, eşi Persephone(Kore)' un sonsuza dek yanında kalması için ona nar verir. Kore yediği nar tanesi kadar (üç ay) Hades' de kalmak zorunda kalır. Her yıl sonbahar ekinlerinin hasatından sonra Kore kış ayları için eşinin yanına Hades' e iner. Demeter dünyayı o zaman çorak bırakacaktır. Güneşin ısıttığı ilkbahar geldiği aylar Kore geri dönecektir. Demeter tohum veren bitkilerin çiçek açmasını sağlar böylece mevsimlerin düzeni yeniden kurulur. Kaynaklar: Yunan Mitleri (Robert Graves) http://www.dr.com.tr/kitap/yunan-mitleri/robert-grav%C3%AAs/din-mitoloji/mitoloji-efsane/urunno=0000000162959 Sanatın Tüm Öyküsü (Stephen Farthing) http://www.dr.com.tr/kitap/sanatin-tum-oykusu/stephen-farthing/sanat-tasarim/sanat-tarihi-ve-kurami/urunno=0000000429630 Wikipedia https://en.wikipedia.org/wiki/The_Rape_of_Proserpina Beni kibirli olmakla suçladıklarını biliyorum ve belki de insanlardan kaçmakla ve belki de delilikle. Bu suçlamalar (vakti gelince cezasını vereceğim bunların) benimle alay etmek için. Evimden hiç çıkmadığım doğru, ama evimin kapılarının (ki sayıları sonsuzdur) gece ve gündüz insanlara ve hayvanlara da açık olduğu doğru. İsteyen girebilir. İçeri giren ne kadın süs püsleri ne de zarif saray adetleriyle karşılaşacak, sadece sessizlik ve yalnızlık bulacak. Ayrıca yeryüzünden bir benzeri daha bulunmayan bir evle karşılaşacak. (Mısır'da buna benzer bir tane olduğunu söyleyenler var, ama yalan söylüyorlar.) Bana iftira edenler bile evde tek bir mobilya bile olmadığını kabul ederler. Bir diğer gülünç yalan da benim, Asterion'un tutsak olduğum. Kilitli kapı olmadığını tekrarlayayım mı, kilit diye birşey olmadığını da ekliyeyim mi? Ayrıca, bir akşamüzeri dışarıya çıktım da; gece olmadan geri döndümse bu sıradan insanların yüzlerinin bende uyandırdığı korku yüzündendir, rengi atmış ve el ayası gibi yassı olan yüzler. Güneş çoktan batmıştı, ama bir çocuğun çaresiz ağlayışı ve inananların kaba saba yakarışları bana tanındığımı anlattı. İnsanlar yakarıyorlar, kaçışıyorlar, karşımda secde ediyorlardı; bazıları Baltalar tapınağındaki sütun tabanlığına tırmandı, kimileriyse yerden taşlar topladılar. İçlerinden biri, sanıyorum, denize girip saklandı. Boşuna değil annemin bir kraliçe olması; alçakgönülüğüm bunu arzulasa da, avamın arasına karışmam mümkün değil. Gerçeği şu ki, benzerim yok. Birinin bir başkasına iletebilecekleri beni ilgilendirmiyor; filozof gibi ben de yazı sanatı aracılığıyla hiçbir şeyin aktarılamayacağına inanıyorum. Ivır zıvır ve sudan ayrıntıların zihnimde yeri yok, ruhum uçsuz bucaksız ve yüce olan şeylere hazır; iki harf arasındaki farkı hiçbir zaman öğrenemedim. Yücegönüllü bir acelecilik ve okuma öğrenmekten alakoydu. Bazen buna çok kederleniyorum, çünkü geceler, gündüzler uzun. Elbette, beni oyalayacak şeyler yok değil. Tos vurmaya hazırlanan koç gibi, başım dönüp yerlere yuvarlanıncaya kadar son hız koşuyorum delhizlerde. Bir havuzun kenarına ya da bir köşeye iki büklüm olup siniyorum, arkamdan takip eden oyunu varmış oynuyorum. Kanlar içinde kalıncaya kadar kendimi üzerlerinden yerlere attığım damlar var. İstediğim zaman uyuyormuş numarası yapar, gözlerimi kapar, sık sık solurum. (Bazen gerçekten uyuyorum, bazen gözlerimi açtığımda günün rengi değişmiş oluyor.) Ama bütün oyunlar arasında en sevdiğim öteki Asterion oyunu. O beni ziyarete geliyormuş, ben de ona evimi gezdiriyormuşum. Büyük bir saygı gösterisiyle ona şöyle diyorum; şimdi ilk kavşağa geri dönüyoruz ya da şimdi başka bir avluya çıkacağız ya da su yolunu beğeneceğini biliyordum ya da şimdi içi kum dolu bir havuz göreceksin, ya da bak şimdi, birazdan mahzenin yolunun nasıl çatallandığını göreceksin. Bazen bir hata yapıyorum, ikimiz birden katıla katıla gülüyoruz. Sadece bu oyunları hayal etmekle kalmadım, aynı zamanda ev hakkında da düşündüm. Evin bütün bölümleri bir çok kere tekrarlanıyor, heryer başka bir yer. Tek bir havuz, avlu, yalak ya da samanlık yok; ondört (sonsuz) samanlık, yalak, avlu, havuz var. Ev dünyayla aynı büyüklükte; ya da daha doğrusu, dünyanın ta kendisi. Gene de, havuzlu avluları ve tozlu taş dehlizleri bitire bitire sokağa çıktım ve Baltalar tapınağını ve denizi gördüm. Bunun nasıl olduğunu anlamadım ta ki bir gece bana denizlerin ve tapınakların da sayıca ondört (sonsuz) olduğu malum oluncaya kadar. Her şey bir çok kere tekrarlanıyor, ondört kere, ama dünyada sadece iki şey var ki onlar yalnızca bir tane galiba: yukarıda, içinden çıkılmaz güneş; aşağıda, Asterion. Belki yıldızları ve güneşi ve bu dev evi de ben yarattım, unuttum gitti. Her dokuz yılda bir dokuz kişi eve giriyorlar onları bütün kötülüklerden kurtarayım diye. Taş dehlizlerin derinliklerinde adımlarını ve seslerini duyuyorum ve sevinçle onları karşılamaya koşuyorum. Tören birkaç dakika sürüyor. Benim ellerimi kana bulamam gerekmeden ardarda yere devriliyorlar. Devrildikleri yerde kalıyorlar ve gövdeleri bir dehlizi ötekinden ayırdetmeme yarıyor. Kim olduklarını bilmiyorum, ama onlardan biri ölüm anında kehanette bulundu, günün birinde kurtarıcım gelecekmiş. O zamandan beridir yalnızlığın acı vermiyor bana, çünkü biliyorum ki kurtarıcım yaşıyor ve nihayet tozları yarıp karşıma dikilecek. Kulaklarım yeryüzünün bütün gürültülerini seçebilseydi, ayak seslerini duyabilmem gerekirdi. Onun beni daha az delhizleri ve kapıları olan bir yere götüreceğini umut ediyorum. Kurtarıcım nasıl biri olacak, diye soruyorum kendi kendime. Boğa mı olacak, insan mı? İnsan yüzlü bir boğa olacak belki de? Yoksa benim gibi mi olacak? Sabah güneşi tunç kılıca çarpıp geri döndü. Üzerinde kanın damlası bile yoktu artık. "İnanır mısın Ariadne?" dedi Teseus. "Minotauros kendini savunmadı bile." Asterion, Yunanca "parlak" anlamına gelir. Antik Yunan mitolojisinde iki kutsal tanrıdan söz edilmektedir. Bunlardan biri yeraltı tanrısı Asterion veya Minatour diğeri Chara'dır. Asterion' un anlamının "Kutsal Tanrı" olması, yaratığın Boğa takımyıldızı ile ilişkili olabileceğini düşündürmektedir. Theseus'la Minotaur'un dövüş sahnelerinde boğa-adam, genellikle yıldızlara işaret eden, yarım daire biçiminde, yuvarlaklardan oluşmuş bir kuşakla çevrelenir. Minotaur, başı boğa gövdesi insan biçimindeki Yunan mitolojisi yaratığıdır. Minotaur efsanesinin geçtiği Girit adasında arkeolojik kazılar sonucunda Knossos sarayının yıkıntılarına ulaşılmış fakat Girit Labirentinin izine rastlanmamış. Kimi mitoloji uzmanları, Minotaur'un Fenikelilerin Baal-Moloch inanışıyla alakalı, güneş tanrı kültünü sürdüren bir Minoen uyarlama olduğunu düşünmüşlerdir. Fakat boğa başlı bir Fenike tanrısı mevcut değildir (buna karşın, mesela eski Mısır tanrısı Apis, boğa başlıdır). Başka bir teoriye göre ise Minos veya Minotauros, Giritlilerin güneş tanrısını, yani aynı ilahi varlığı işaret ediyor ve Pasiphae'nin boğayla birleşmesi motifine de bunun bizzat Girit kraliçesi tarafından gerçekleştirilen kutsal bir ayin oluşu anlamında, sembolik bir mana atfediliyor. Aynı teori, Giritlilerin işkence aleti olarak "pirinç boğa"yı kullanmış olabilecekleri ihtimali üzerinde de duruyor. Pirinç boğa, Antik Yunan'da tasarlanmış bir işkence ve infaz aygıtıdır. Suçlu, tamamen bronzdan dökülmüş, iç kısmı oyuk bir boğa biçimindeki aygıtın kapağından içeriye alındıktan sonra kapak kapatılır ve pirinç boğa alttan ateşle ısıtılır. Tuncun ısı iletimi çok yüksek olduğu için, işkence aygıtının içindeki sıcaklık kısa bir sürede dayanılmaz seviyeye varır. İşkence veya infaz tekniğine dayanan bu teori, Girit'i koruyan bronz dev Talos'un, adaya ayak basan yabancıları önceden güneşte ısıttığı göğsüne bastırarak öldürmesi ile pirinç boğa yöntemi arasındaki benzerliğe de dikkat çekiyor. (Knossos Sarayı) Minotaur efsanesi, Girit Boğası, Minos ve Pasiphae'nin kesişen hikayeleriyle başlar. Minotaur'un (Asterion II) annesi Pasiphae, güneşi temsil eden tanrı Helios'un ölümsüz kızıdır. Kızkardeşi Kirke ve erkek kardeşi Aeetes gibi, Pasiphae de cadılık ve büyücülük güçleriyle (pharmakeia) donatılmıştır. Meşhur cadı Medea'nın babası olan Aeetes, aynı zamanda efsanevi Altın Postun bulunduğu Kolkhis ülkesinin de kralıdır. Kızkardeşi Kirke ise Kolkhis prensi olan kocasını öldürdükten sonra kendi adasında (Aiaia) inzivaya çekilir. Pasiphae'ye gelince, onun kaderinde Girit adasının kralı Minos'la evlenip Girit kraliçesi olmak vardır. Öteki iki erkek kardeşiyle beraber eski Girit kralı Asterion I tarafından büyütülen Minos, Zeus'un Europa'dan olma oğludur. Asterion I ölünce kardeşler arasında Girit tahtı için zorlu bir mücadele baş gösterir, bu mücadelenin sonunda kardeşlerini sürgün etmeyi başaran Minos, tahtın yeni sahibi olur. Taht kavgası esnasında Minos, deniz tanrısı Poseidon'a yakarır ve şayet Poseidon bu kavgada Minos'u destekliyorsa bunun bir işareti olarak tanrıdan kendisine kar gibi bembeyaz bir boğa göndermesini diler. Poseidon, Minos'un tarif ettiği gibi ak bir boğayı (Girit Boğası) denizden Girit'e yollar. Fakat Minos, dileğinin gerçekleşmesi üzerine bu boğayı Poseidon'a söz verdiği gibi keseceği yerde, hayvanın güzelliğine kıyamayıp Poseidon için kendi hayvanlarından birini kurban edince Poseidon, kendisini kandırmaya yeltenen Minos'a öfkelenir, başlangıçta uysal bir hayvan olan Girit Boğasını zaptedilemez, kızgın bir boğaya dönüştürür. Yıllar geçer, bu arada Minos, Pasiphae ile evlenmiş ve ondan altı çocuğu olmuştur, fakat Poseidon'un boğa meselesi yüzünden Minos'a duyduğu kızgınlık geçmemiştir. Poseidon, intikamını bir de Pasiphae aracılığıyla almaya karar verir. Kraliçenin içine Girit Boğasıyla çiftleşmek arzusunu düşürür. (Paul Reid - Minotaur ve Theseus) Pasiphae, canavar bebeği Minotaur'a ilk başlarda diğer çocuklarına baktığı gibi bakar ve şefkatle annelik eder, ama boğa-çocuk büyüdükçe yırtıcı hale gelir. Bir süre sonra hepten ele avuca sığmaz olur ve insan etiyle beslenir. Minos, çaresizlik içinde, derdini Delphi kahinlerine danışır, onlar da krala çok dolambaçlı bir labirent inşa ettirmesini, Minotauros'u da o labirentin orta yerine koymasını söylerler. Minos, kahinlerin tavsiyesine uyar, böylece Daidalos usta görev başına çağrılır ve bu sefer kendisine o güne dek görülmemiş çapta, devasa bir labirent sipariş edilir. Daidalos ve oğlu Ikaros'un, Minos'un Knossos'taki sarayının karşısında inşa ettikleri eşsiz labirent, mitolojide "Girit Labirenti" diye bilinir. Labirente girip Minotaur'un bulunduğu yere varabilmek, sonra da çıkış yolunu bularak labirentten kurtulabilmek zordur. Zaten Minotaur da bu yüzden labirentten hiçbir zaman çıkamaz. (Theseus'un Minotaur'u Öldürmesi Antik Vazo) Atina kralı Aegeus tarafından Marathon'a, Girit Boğası ile dövüşmeye gönderilen Androgeos, Marathon'da boğa tarafından öldürülür. Androgeos nasıl öldürülmüş olursa olsun, Atinalıların bu işte parmağı vardır, bu yüzden de efsanenin çeşitlemeleri, Minos'un Atina'ya savaş açmış olduğu konusunda birleşir. Minos, bu savaştan galip çıkınca, Atinalılar, Minotaur'a kurban verilmek üzere Girit'e belirli aralıklarla (bu süre kaynaktan kaynağa değişmekle birlikte, yılda bir, yedi yılda bir veya dokuz yılda birdir) yedişer delikanlı ve genç kız, göndermeyi kabul etmek zorunda kalırlar. Fakat üçüncü kurban verme dönemi yaklaştığında, Aegeus'un oğlu Theseus, Minotaur'u yok ederek Atina'nın kötü talihini yeni baştan yazmaya ant içer. Theseus, Girit'e açılacak ve dönüşte, eğer Minotaur'u ortadan kaldırıp da sağ salim kalabildiyse gemisine beyaz yelken takacaktır.Bu uğurda ölmüşse o zaman tayfası Yunanistan'a yaklaşırken serene kara yelken çekecektir. Theseus, endişeli babasına aynen bu şekilde davranacağına söz verip denize açılır. (Jean Baptiste Regnault - Ariadne ve Theseus) Minos'un iki kızı, Ariadne ile Phaedra, Theseus'u görüp ona çılgınca aşık olurlar. Minotaur'a ulaşma konusunda prenseslerin aşkı Theseus'un çok işine yarar. Kızların büyüğü, Ariadne, Theseus'un yanına bir top iplik verip onun labirentte arkasında bıraktığı yolları işaretlemesini sağlar. Nihayet Theseus, o güne kadar 28 genç Atinalıyı parçalamış Minotaur'la yüz yüze gelir. Kahramanca dövüşen Theseus, boğa-adamı babasının kılıcıyla öldürmeyi başarır. (Charles Edouard Chaise - Theseus' un Minotaur' u Yenmesi) Theseus, Minotaur'a yem olmak üzereyken kurtardığı genç kurbanlıklarla birlikte labirentten çıkar. Atina'ya dönerken her iki Giritli prensesi de yanına alan Theseus, rotası üzerindeki Naxos adasına varınca Ariadne'yi orada bırakarak yola müstakbel eşi Phaedra ile devam eder. Kimilerine göre, şarap tanrısı Dionysos, Theseus'a görünüp ona Ariadne'yi kendisine vermesini söylemiştir. Theseus, babasına söz verdiği gibi serene beyaz yelken çekmeyi nedense ihmal eder. Theseus'un bu ihmali bir trajediye neden olacak, onu Sounion Burnu'nda karşılamayı bekleyen babası Aegeus, yaklaşan geminin kara yelkenlerini görünce oğlunu kaybetmiş olduğu düşüncesiyle kendini tepeden denize atarak intihar edecektir. Kralın kendini attığı deniz, kendi ismiyle, yani Aegeus (Ege) diye anılır. Theseus'un Atina kralı oluşu da yine bu trajik olayın sonucunda gerçekleşir. (Pablo Picasso - Minotaur Metaforu)
Klasik Antik Yunan mitolojisinde Minotaur ve hapsedildiği labirent yüzyıllar boyunca görsel sanatlar ve edebiyat alanı içinde keşfedilmeyi beklemiş ve bugün hala devam eden yorumların oluşmasını sağlamıştır. Pablo Picasso eserlerinde İspanya' nın sembolü olduğu için ve 1930'lardan sonra ülkedeki iç savaş, dış istilası nedeniyle yarı insan yarı boğa olan Minotaur figürünü kullanmıştır. Picasso için Minotaur, bilinçdışı dizginlenemez gücü temsil eder. Picasso mahkum olan kahramanı kendi sanatsal yaşamı ve ilişkileriyle özdeştirip özdeştirip tekrar yorumlamış. Bu efsanedeki labirent sanatçının yaşamının bir sembolü haline gelmiştir. Minotaur' u konu alan 15 gravür çalışması yapmıştır. Bunlardan biri olan "Minotaur Metaforu" eserinde çiçek ve mum tutan genç kız, korkusuzca Minotaur' la karşılaşmaya hazırdır. Genç kızın sahip olduğu iyi niyet tıpkı gravür tekniği gibi güç ve incelikli bir birliğin oluşumudur. Picasso, bütün vahşiliğin hüküm sürdüğünü Minotaur figürü ile göstermiştir. Sanatçıya göre Minotaur' u alt edecek tek güç sadece iyi niyet gücüdür. Kaynaklar : aestheticrealism.org http://aestheticrealism.org/chaim-koppelman-on-picassos-minotauromachy/ independent.co.uk http://www.independent.co.uk/arts-entertainment/art/great-works/great-works-blind-minotaur-led-by-a-little-girl-in-the-night-1934-by-pablo-picasso-7979309.html martinries.com http://www.martinries.com/article1972-73PP.htm fitzmuseum.cam.ac.uk http://www.fitzmuseum.cam.ac.uk/pharos/collection_pages/20th_pages/P.11-1936/TXT_SE-P.11-1936.html johnszoke.com http://www.johnszoke.com/essays/the-minotaur Tanrıların Çatışması : Minotaur' un Labirenti Belgeseli Bacchus; Antik Yunan' da Şarap Tanrısı (bağ bozumu tanrısı) olan Dionysus' un Latince versiyonudur. Eski Mısır tanrılarından da Osiris' in karşılığıdır. On iki Olympos Tanrısı' ndan biri olan Bacchus, Zeus ve Semele' nin oğludur. Zeus' tan iki kez doğduğuna dair efsaneler mevcuttur. Bacchus efsanelerinin çok çeşitleri bulunur. Birinde Bacchus, Zeus' la Persephane' nin küçükken tiranlarca parçalanan tek oğluydu. Tiranlar onun yüreği dışında bütün etini yemişlerdi. Yüreğin Zeusça Semele' ye verildiği söylenir. (Bacchus - Leonardo Da Vinci) Dionysus veya Bacchus kökçe bir Trakya Tanrısı' ydı. Bütün ilkel tarımcılar gibi onları da bolluk törenleri ve bolluğu geliştiren Bacchus adlı bir tanrıları vardı. Trakyalılar, biranın nasıl yapıldığını bulduklarında esrikliği(sarhoş olma hali) tanrısal sandılar ve Bacchus' u yüceleştirdiler. Sonra üzüm asmasını ve şarap içmeyi öğrendiklerinde Bacchus hakkında daha iyi düşündüler. Bacchus, şarabın sarhoş ediciliğini değil, sosyal ve faydalı etkilerini temsil eder. Sembolü olan asma ağacı gibi ölüp yeniden doğar, haz ve acı arasında iki uçta gider gelir. Medeniyetin destekçisi ve barış aşığıdır. Bütün efsaneleri tek bir motif üzerine kuruludur: tepki ve direnç. (The Triumphal Procession of Bacchus - Maerten Van Heemskerck) Bacchus şenlikleri dört mevsimde kutlanmıştır ama en önemlisi bağ bozumu şenlikleridir. Bacchus töreninde vahşi hayvanları parçalamak ve çiğ yemek gibi barbar öğeler vardı. Törenlerde Bacchus' un tiranlarca parçalanıp yenmesinin yeniden sahnelendiği varsayılmıştır. Burada hayvan bir bakıma Tanrı' nın cisimleştirilmesidir. Yüksek sınıftan, yaşlı kadınlar ve genç kızlar, çıplak olarak tepelerde coşkunluk yaratan danslarla alkolden gelen gizemli esriklikle topluca sabahlardılar. Bacchus töreni "coşkunluk" denilen ve kökçe Tanrı' nın, kendini Tanrı' yla bir tutan tapınanın bedenine girmesi durumunu oluşturmuş. Bacchus tapınması vahşi, kırıp dökücüydü. (The Youth of Bacchus - William Adolphe Bouguereau) Bacchus adına düzenlenen şenlikler, topluluk üyelerinin gündelik yaşamın döngüsünün dışına çıkmaları için bir fırsat oluşturmuştur. Dört elementin ve beş duyunun üzerine çıkabilmek, günlük yaşamın kargaşasından sıyrılıp kendi aynasında kendisini, çevresinde ve doğada evreni görebilmek için kısa duraklar sunmuştur. Sevgi ve bilgeliğin birlikteliği önemsenmiştir. Kadınlarla erkeklerin birlikte katıldıkları Bacchus ayinleri zamanla şekle takılıp özünü fazla koruyamamıştır sonraları ise Roma tarafından büyük bir tehdit olarak görülmüş ve yasadışı ilan edilmiştir. (The Triumph of Bacchus - Velazquez) Caravaggio' nun, Young Sick Bacchus eseri erken dönem eserleri arasında yer alır, bu resim her zaman otoportre olarak görülen gruba aittir. Roma' da 16. yy' ın sonlarında kökeni bilinmeyen bir sarılık salgını olmuştur. Caravaggio, bu eserini 1593 yılında Roma' ya taşındıktan sonra hastalanıp yoksullar için olan Santa Maria della Consdazione Hastanesi' nde altı ay geçirdiği sırada yapmıştır. Bu dönem sefalet dönemini yansıtır. Caravaggio' nun bu tablosunu inceleyen uzmanlarca teşhis edildiği gibi sarılık belirtileri gösteren bir yüzü mosmor olan bir Bacchus ile kendini portrelemiştir. Onun yüzünde alaycı bir gülümse vardır ve mitolojik onurunun sahte ciddiyeti mosmor renklerle belirtilmiştir. Portrede kullandığı oran yüzün dörtte üçü açısı Rönesans' ın portre için geçerli olan orandır. Yüzde çarpıcı olan acı ve başın eğimi oldukça gerçekçi bir etki bırakmaktadır. Bu tüm Rönesans geleneklerinin yüce iddialarını zayıflatmak için girişimini güçlendirmektedir. Masanın üzerinde duran sarımsı ve etli şeftaliler bulunmaktadır. Caravaggio sarılık hastalığının belirtisi olan sarı renge boyalı bir Bacchus tasviri yapma nedeni ise alkol bağımlısı olduğundandır. Caravaggio, kronik alkoliklerin sarılık ve siroza bağlı karaciğer yetmezliğinden öldüğünü görmüştür. Fakat sonunda sanatçının hasta Bacchus' ü iyileşmiştir. Bu acılı ve hasta Bacchus ise otoportresidir. (Young Sick Bacchus - Caravaggio) İkinci Bacchus resminde ise durum tam tersidir. Sanatçı şimdi Kardinal Del Monte' nin müzisyenler ve sanatseverlerin uğrak ve nezih bir ortamı olan sarayında barındırılmaktadır. Bu yeni Bacchus, bir kadeh şarap tutan ve izleyiciye kendini sunmak için istekli görünen gayretsiz bir gençtir. (Bacchus - Caravaggio)
Caravaggio' nun Young Sick Bacchus ve Bacchus adlı eserleri, onun hayatında birkaç yıl içinde yaşadığı büyük değişimin kanıtıdır. Bu iki Bacchus aynı özelliği paylaşmaktadır: Uzak bir Tanrı görüntüsü olmaktan çok, onlar yoksul ve ilk durumda hasta, genç ve belirsiz, gerçek bir erkeği temsil etmektedir. Bacchus, şarap tanrısıdır; asma yaprağı, üzüm salkımları ve şarap onun geleneksel tanrısallığına ilişkin sembollerindendir. Uzun sarı saçlı, yakışıklı bir erkek olarak temsil edilir. Michelangelo' nun Bacchus heykeli, Caravaggio' nun Bacchus' üne yakın bir referanstır. O, istkrarsız bir dengede, genç bir sarhoş gibi güçlükle ilahi biçimde tanrı olarak şekillendirilmiştir. Michelanj'ın Bacchus' ü sol eliyle bardağı tutması Caravaggio' ya ilham olacak bir jestle bir bardak şarap tutar. Caravaggio' nun tekniği birçok tartışmalara yol açmıştır. Tüm ayrıntılara dikkat edilerek gerçekliğin resmedilmesi, ışığın çalışılması ve karakteristik poz yakalamak ve bir anın temsil edilmesi adeta bir fotoğrafçı gibi resmetmektedir. Caravaggio, aynalar kullanarak otoportrelerini yapmıştır. O resimlerinde çizimden faydalanmamıştır, eserlerinde çizim izleri yoktur. Birçok çağdaş fotoğrafçı ve film yapımcılarının esin kaynağı olmuştur. Kaynaklar: Wikipedi Milliyet Blog Boston College (Caravaggio: Sick Bacchus) www. bc.edu Douban Hubpages (Bacchus in the mirror of Caravaggio) Artble www.artble.com Journal of the Royal Society of Medicine (The Dioynosis of art: Caravaggio' s jaundiced Bacchus) www.ncbi.nlm.nih.gov Marsyas, Yunan mitolojisinde yaşlanmış satyroslardan biridir. Satyros, yarı insan yarı keçi biçimindedir. O, Irmak Tanrısı Oiagros' un Frigya' da doğmuş ve büyüdükçe müzikle ilgili oğludur. Marsyas, Doğa Tanrısı olan Pan için ilahiler yazar, flütüyle seslendirirdi. Pan' ın icadı olan flüt sayesinde Marsyas kısa sürede ünü her yere yayılan bir müzisyene dönüşür ve bu Tanrı Apollon' un kulağına dek gider. Güzel Sanatlar Tanrısı Apollo bunu bir meydan okuma sanarak Marsyas' ı Frig Kralı Midas, halkın ve su perilerinden oluşan bir hakemlerin huzurunda bir yarışmaya çağırır. Yapılacak yarışma sonrasında kazanan kaybedene dilediği cezayı verecektir. (Cornelis van Poelenburgh - The Musical Contest Between Apollo and Marsyas) Apollo, üç telli gümüş liri güzelce çalar, Marsyas ise flütü ile dinleyenleri adeta büyüler. Kral Midas, Marsyas' ı su perileri ise Apollo' yu seçer. Bu durumda berabere kaldıkları için Apollo çok kızar ve lirini ters çevirip aynı melodiyi çalar. Marsyas ise flütü tersten çalamayacağı için yarışmayı kaybeder. (Jacob Jordaens - The Musical Contest between Apollo and Pan) Apollo, Kral Midas ve Marsyas'ı cezalandırmaya karar verir. Kral Midas' ı kulakları iyi duymadığını söyleyerek onu lanetler ve kulakları eşek kulağına dönüşür. Marsyas' ı ise ağaca astırıp derisini yüzdürür. (Charles Andre Van Loo - Marsyas Flayed by the Order of Apollo) Bu trajik hikayenin tüm unsurları Jusepe de Ribera' nın resminde bulunur. O, Caravaggio' nun çalışmalarından etkilenmiştir. Ribera, Caravaggio gibi inancı temsil eden popüler konuları gerçek hayatta kullanımını resmetmiştir. Caravaggio gibi güçlü ışık ve gölge zıtlığı ile sağlanan modelleme ile ifade etmeyi seçmiştir. Ribera' nın karakterize zıtlıkları daha çok ışık çatışmalarıyla sınırlıdır. Sanatçının tuvalindeki her öğe ile dramatik bir anlatım için daha fazla ileriye gitmiştir. Ribera, Caravaggio' dan farklı olarak daha parlak bir aydınlatma, daha cesur bir renk paleti ve gevşek fırça darbeleriyle karakterize edilmiş bir tarzı bulunmaktadır. Acı ve ölüm düşüncesi çalışmasının ana konusudur. Apollo tarafından derisi yüzülmüş Marsyas' ın işkence sahnesi gibi konular onun yapıtlarındaki sahnelerden sadece biridir. Marsyas gibi tipler veya kadere feryat eden satyrslar hala Napoli sokaklarında karşılaşılabilinir. (Jusepe de Ribera - Apollo and Marsyas)
Marsyas yere yayılmış, onun buruşuk ve çatlak cildi ter ve toprağa karışmıştır. Onun kalkık yüzü ve şişkin gözleri izleyiciye seslenmektedir. Durdurulamaz bir kasılmaya yakalanmış bütün vücudu ve ağzından fırlayan şaşkınlığıyla acı dışarı dökülmektedir. Bu hayatının son anıdır. Ribera ünlü şehit tasvirlerindeki gibi Marsyas' ı ön planda kısaltılmış biçimde yerleştirmiştir. Apollo pürüzsüz ve beyaz bir cilde sahiptir. O adeta göğe yükselen bir Tanrı gibidir. O kendi elleriyle kurbanı ağaca asmaktadır. Üzerinde uçuşan bir pelerini vardır ve sanki Marsyas' ın bedeninden ve bulunduğu topraktan onu ayırmaktadır. Tanrı Apollo figürü anatomik mükemmellik, gençlik, idealize güzellikle ifade edilmiş ve bu bileşimi uçuşan pelerin ile vurgulanmaktadır. Buradaki metamorfoz ile sanatçı, ilahi ve dünyevi arasındaki çatışmayı vurgulamaktadır. Kaynaklar: Wikipedia Artble.com Tento.be Web Gallery Of Art Britannica Arkeoloji Dünyası Theoi.com (Benczur - Narcissus) Narcissus, Nehir Tanrısı Cephissus ve arındırıcı suların bekçi perisi Liriope' nin oğludur. Çok yakışıklı olmasına rağmen duygusuz bir avcıdır. Echo; yalnızlığı seven, Zeus' un perilerinden flüt çalmayı ve şarkı söylemeyi öğrenen çok güzel bir peridir. Echo insan topluluklarından ve tanrılardan kaçar, kendine aşık olanlara aldırmayıp onları karşılıksız bırakıp evlenmek istemezdi. Orman geyikleri kovalayan genç avcı Narcissus' u gören Echo ona aşık olur. Fakat avcı perinin aşkına karşılık vermeyerek perinin yanından uzaklaşır. (John W. Waterhouse- Echo and Narcissus) Echo gizlice onu takip eder derdini açığa vuramaz. İzlendiğini hisseden Narcissus bu durumdan rahatsız olup ormanlara kaçarak gizlenir. Gittikçe ümitsizliğe kapanan Echo kendini derin bir mağaraya kapatır ve dağlarda görünmez olur. Avcıya karşı duyduğu karşılıksız aşk sonucunda günden güne erir. Ondan geriye sadece kemikleri ve sesi kalır, kemikleri kaya şeklini alır. Sesi ise bu kayalarda yankıya dönüşür. Echo' nun trajedisi Narcissus' a olan bağımlılığından kaynaklanır. Echo' nun kendine ait bir sesi yoktur, ses verebilmek için Narcissus' un sesine ihtiyacı vardır. O sadece Narcissus' un sesini yankılayabilir. Kendi görüntüsüyle sonsuz ve ölümcül bir aşk yaşayan Narcissus asla Echo' nun yankılayacağı bir ses vermeyecektir. Çünkü Narcissus kendi görüntüsüyle dolu, kendi çevresinde dönen bir evrende ve sessizlikte yaşamaktadır. Sesi yoktur. Narcissus' un kendi dünyası dışında bir öteki yoktur, hiçbir kimseyi görmez, sesleri duymaz. Narcissus' un kendine aşık, içsel dünyası çok ıssızdır, karanlık, sessiz ve o kadar da mutsuz bir dünyadır. (Salvador Dali - Metamorphosis of Narcissus) Bu duruma çok kızan Yunan tanrıları Narcisus' u cezalandırmaya karar verirler. Bir gün avlanan Narcissus nehir kenarına gelip su içmek için eğilir. Kendi yüzü ve bedeninin yansımasını suda gören Narcissus yansımadan çok etkilenir. Kendi güzelliği karşısında adeta kendinden geçer ve yerinden kalkamaz, kendine aşık olmuştur. Yavaş yavaş güneşin altında renginin solduğunu ve eridiğini görür. Güneş onu yakarak bitirir, onun vücudu nergis çiçeklerine dönüşür. Caravaggio, Narcissus' u kendi yansımasını seyreden halini resme yansıtmış, suyun üzerinde iki eliyle yaslanmış bir ergendir. Resimde düşünceli ve koyu melankolik bir hava yayılır. Narcissus' un bakışları siyah su üzerinde sabittir. Narcissus figürü bir daire içinde kilitli, tek gerçekliği bu kendini önemseme döngüsüdür bu yüzden onun yansıması karanlıkla çevrilidir. Kendisini çok fazla sevenlerin mutsuz sonunu gösterir. Caravaggio' nun anı, aynı anda meydana gelen iki andan oluşur. Birinde ressam olan öylesine dalıp giden o ve diğerinde birini çağıran ve sürükleyici olandır. Caravaggio için eserlerinde kendi portrelerini yerleştirmek bir tutkudur. Onun portreleri resmin içinde sıkışıp kalmış yaşayan bir canlı gibidir. Kaynaklar: The Guardian (http://www.theguardian.com/culture/2005/feb/17/2) Cornell Collage (http://www.cornellcollege.edu/classical_studies/CLA216-2-A/narcissus-echo/index.htm) Wikipedia http://artmirrorsart.wordpress.com/2012/06/21/mirrors-in-the-water-the-story-of-narcissuss/ http://www.artble.com/artists/caravaggio/paintings/narcissus http://www.pantheon.org/articles/n/narcissus.html http://lrs.ed.uiuc.edu/students/mmarassa/mythology/echo.html http://www.theoi.com/Heros/Narkissos.html http://www.princeton.edu/~achaney/tmve/wiki100k/docs/Narcissus_%28mythology%29.html Atina' daki Athena tapınağında; Phorkus ve Keto' nun kızları olan Sthenno, Euryale ve Medusa isminde üç kız kardeş yaşardı. Bu üç kız kardeşten sadece Medusa (Medusaise) ölümlüydü. Medusa' nın güzelliği yüzünden yeryüzündeki bütün kadınlar onu kıskanırmış. Medusa kendisini tanrılara adamış. Athena kendi tapınağında yaşayan bu güzel kızı gördüğünde onun güzelliğinden etkilenmiş fakat kendisi kadar güzel ve akıllı bulmadığı için onu umursamamış. Poseidon, karısı Athena' nın tapınağındaki Medusa' nın güzelliğinden etkilenip ona aşık olmuş fakat bir ölümlüye aşık olduğu için küçümsenmekten korkup aşkını gizlemiş. (Giovanni Lorenzo Bernini - Bust of Medusa) Poseidon, bir türlü onu aklından çıkaramadığı için tutkusuna yenik düşüp Athena' nın tapınağında Medusa' ya tecavüz etmiş. Medusa berbat bir biçimde tapınakta kalmaya devam etmiş. Athena bu olayı duyunca derin bir kıskançlık içinde Medusa' yı çok kötü bir şekilde cezalandırmaya karar vermiş. Medusa ve kız kardeşlerini Gorgon denilen korkunç dişi canavarlara çevirmiş. Medusa ve kız kardeşleri kanatlı, yılan saçlı ve korkunç yüzlü yaratıklara dönüşmüş. Medusa artık o kadar çirkinmiş ki kimse yüzüne bakmaya cesaret edemiyormuş. Ona bakmaya çalışan herkes taşa dönüşüyormuş. Medusa, Poseidon' dan hamile kalmış. Athena verdiği cezayla yetinmeyip Medusa' yı öldürmek için Zeus ve Danae' nin oğlu Perseus' la (üvey kardeşi ile) işbirliği yapmış. Bu işbirliği kan bağı ve iktidar erkine bağlıydı. (Peter Paul Rubens - The Head of Medusa) Perseus, Hesperidler denen akşam perilerinin ülkesine gitmek için Gri Cadılar' ı bulmuş. Gri Cadılar, aralarında tek bir gözü paylaşan üç yaşlı kadınlarmış. Perseus, bu gözü cadılardan çalarak Hesperidlerin yerini öğrenmek için koz olarak kullanıp gözü cadılara geri vermiş. Tanrıça Hera' ya ait olan altın elmalarla dolu Hesperidlerin ülkesine gelip akşam perilerinden bir Kibisis (sırt çantası) almış. Medusa' nın başını bu çantaya koyacaktır. Tanrılar, Perseus' u çeşitli silahlarla kuşatmışlar. Perseus, Medusa' nın uyuduğu mağaraya doğru gider. Perseus, uyuyan Medusa' ya bakmadan ona yaklaşıp kılıcı ile Medusa' nın başını tek hamlede keser. Medusa' nın gövdesinden kanatlı at Pegasus ile dev Khrysaor doğmuşlar. Bu iki Gorgon, Medusa' nın intikamını almak için Perseus' un peşine düşmüşler. Perseus, Hades' in kendisine verdiği görünmezlik miğferi ile onları atlatıp Medusa' nın başını Athena' ya sunmuş. Athena, bu başı efsanevi kalkanına düşmanlarını mahveden koruyucu bir güç olarak yerleştirmiş. Atina' da bu yaşanan savaş, mitolojik düşünce çağının bitmekte olduğunu yerine felsefe çağının başlamakta olduğunu göstermektedir. Felsefi düşünce çağının başladığı bu dönemde, bazı özgürlükler sağlanmış, insanlar belli bir uyanışa geçmiş ve böylelikle kadın da kendi duruşu konusunda farkındalığa erişmiştir. Bu durumda Medusa' nın konumu cinsiyet sorununa erişme adeta bir başkaldırıdır. İlk zamanlarda yılan simgesi annelikle bağdaştırılıyordu fakat daha sonra Yahudi mitolojisinde iffetsizlik, şeytanilik kavramını almıştır. Yahudi mitolojisindeki yorum Mısır üzerinden Atina' ya geçmiştir. Bu kavram, Medusa' nın saçları yılanı andırdığı için erkek egemen zihniyeti için ikna edici ve inandırıcı bir durum olmuştur. Hayatın her alanında cinsel mağduriyetlerinin hesabını soran, her alanda erkekle eşit derecede eşit haklara sahip olmak için savaşan kadın başkaldırıcılara karşı iktidar sahibi olan kadın çevrelerince tepkiler gelmektedir. (Michelangelo Merisi da Caravaggio - The Head of Medusa)
Caravaggio, Perseus' un Athena' dan aldığı kalkanın üzerine düşen Medusa yansımasını kendi yüzüyle resmetmiştir. Medusa olarak katledilen kişi kendisidir. Caravaggio' nun kendisini öldürülen bir figür olarak sunması ölümden payına düşeni almasıdır. Bu tablosunda olayın en dramatik anını bir fotoğraf makinesi gibi yakalamıştır. İzleyici Medusa' nın başının kesilmesini adeta yaşar. Hayatla ölüm arasındaki kısa ve çarpıcı an yüzündeki ifadede yer almaktadır. Medusa' nın başındaki yılanlar serbestçe hareket ederler. Yaşamsal hareketlilik yani yılanlar, Medusa' yı terk etmemektedir, yaşam ölümden kaçmamaktadır. Rubens' in aksine Caravaggio' nun Medusa' sı iğrenç değildir. Sanatçı, kendisini bir Medusa olarak resmederek yaşanan vahşete bir anlam kazandırmaktadır. Rubens' in tasvirindeki iğrençlik sadece vahşeti sunmasından kaynaklanır. Caravaggio' nun Medusa' yı kalkana yerleşimini sağlayan perspektif tabloya bakan herkesi bir Medusa olmaktan başka seçenek bırakmaz. Kaynaklar: Wikipedia Rijksmuseumamsterdam.blogspot.com Totallyhistory.com/medusa Rubens.net (http://www.rubens.net/the-head-of-medusa.jsp) Home.utah.edu (http://home.utah.edu/~sgs0889/shield1.html) Daphne, Yunan Nehir Tanrıları' ndan Peneus' un kızıdır. Avcılığa düşkün olduğu için ormanda vakit geçirir. Çekici ve güzel bir su perisi olduğu için erkekler ona aşık olup sürekli onu takip ederler. Peneus, kızı Daphne' nin evlenmesini istese de o her talibini tekrar ve tekrar reddeder. Zeus' un oğlu Apollon, iyi bir okçudur ve bu yönüyle övünmeyi çok sever. Kendisi gibi okçu olan Afrodit'in oğlu olan Aşk Tanrısı Eros' la karşılaşır. Apollon, kibirle Eros' un okçuluğuyla alay eder.Bunun üzerine Eros, Apollon' a ders vermek için biri altın diğeri kurşun olan iki ok hazırlar. Eros, altın oku Apollon' a fırlatır ve onu tam kalbinden vurup Su Perisi Daphne' ye aşık olmasını sağlar. Kurşun olan oku ise Su perisi olan Daphne'ye fırlatır ve Apollon' dan ölesiye nefret etmesini sağlar. (Albani - Apollo and Daphne) Apollon sürekli Daphne' yi takip ederek ona yalvarır, onun ilk aşkıdır. Daphne ise Apollon' dan kaçar ve aşkını reddeder. Daphne belki de Apollon' u reddeden kadınların en ünlüsüdür. Apollon, ormanda Daphne' ye yaklaşmak için hızlı ve daha hızlı koşmaya başlar. Onu kavramak üzere iken yakalanacağını anlayan Daphne, babası Peneus' dan yardım ister. Suyun tüm tanrıları dönüşüm yeteneğini kullanarak su perisini defne ağacına dönüştürürler. (Daphne Fleeing From Apollo ca. 1500) Daphne' nin bacakları toprağa kök salar. Kolları ise uzun ve ince dallara dönüşür. Ağır bir uyuşma onun uzuvlarını ele geçirir. Saçları yapraklara dönüşür ve göğsünü ince bir kabuk sarmaya başlar. Uzun ve ince dallar içinde kolları ve hızla büyüyen kökler içinde ayakları kaybolur. (John William Waterhouse - Apollo and Daphne) Apollon, Daphne' nin dallarını kucaklar ama dallar ondan küçülerek uzaklaşır. Apollon ona ulaştığında kalp atışları halen duyulur. Daphne sonsuza dek defne ağacı olarak kalacaktır. Ama içinde aşk ateşi ile yanan Apollon onu unutmayacağına ve unutturmayacağına söz verir. Defne' yi kutsal ağaç olarak seçer. (Jean Etienne Liotard - Apollon en Daphne) Apollon defne ağacından aldığı yapraklarla kendine taç yapar ve bu tacı başından hiç çıkartmaz. O zamandan beri defne Yunan kültüründe bir zafer sembolü haline gelmiştir. Delphi Pythian Oyunları' nın galiplerini taçlandırmak için kullanılmıştır. (Robert Lefevre Pauline - Daphne Fleeing From Apollo ) Apollon ve Daphne efsanesi, iffet (Daphne) ve şehvet (Apollon) arasındaki bir savaş niteliğinde ele alınmıştır. Daphne, defne ağacının içindeki metamorfozu sonsuz iffet eylemi olarak görülebilinir. Barok sanatçısı Giovanni Lorenzo Bernini, ünlü Apollo ve Daphne heykeli ile şiiri sanat eserine dönüştürmüştür. Bernini hikayenin doruk noktasını mermer bir heykelden daha fazlasını göstererek yakalamıştır. Bunu dinamizm, hareket ve dönüşüm ile sağlamıştır. O, bedenin konturlarını, ağacın yapraklarını, Daphne ve Apollo' nun yüzündeki ifadesini idealist bir şekilde yapmış. Her bir bölümü adeta canlıymışcasına yapmıştır.Daphne' nin, Apollo' nun kollarındaki dönüşümünü tüm gerçekliğiyle aktarmaktadır. Önden bakış izleyicilere Daphne ve Apollo' nun yüzündeki ifadeyi söyler. Daphne'nin yüzündeki ifade onun ağzını açışındaki trajediyi gösterir. Apollo' nun yüzündeki ifade, Daphne dönüşürken ona nasıl doğrudan bakmasıyla desteklenen sonsuz umudun trajedisini gösterir. Boşu boşuna sevmenin doğasını anlatır.Dönüşümün tüm detayları ayrı ayrı son derece dramatik ve yoğun bir duyguyla gözler önüne serilir. Daha derin bir anlayışla bakılırsa dünyasal zevklerin peşinde koşmanın öfkeye sebep olacağını söyleyen bir belge niteliğindedir. Heykel sadece metindeki bir aşk hikayesini değil ayrıca maddesel şeyleri sadece kendi değil diğer insanlara zarar verecek kadar bitmeyen bir isteği gösterir. (Giovanni Lorenzo Bernini - Apollo and Daphne)
Kaynaklar: Sanatın Öyküsü - Gombrich Sanatın Tüm Öyküsü Princeton.edu Haverford.edu Rome.info Wikipedia Colombia. edu (Material and Social Transformations - Michael Cole) Bbc Sanatın Gücü: Gian Lorenzo Bernini Belgeseli Atina Okulu olarak bilinen bu fresk, Vatikan Sarayı'nın İmza Odası denilen bölümünde yer alan Raphael Sanzio' nun eseridir. Raphael bu esere başladığında hiç fresk deneyimi yoktur. Sanatçı yapıtta tüm Antik Yunan filozofları, matematikçileri, astronom ve tarihçileri bir araya toplayarak inanç ve mantığın bir sentezinin yapmak istemiş. Atina hür düşünce okulları antik çağlarda tüm yakın doğuda yaygın eğitim kurumlarıydı. Birçok ünlü filozof kendi okullarını bazen tapınaklarda bazen bahçe, çiftlik gibi mekanlarda kurarlar ve talebelerini oralarda toplarlardı. Her düşünce ve fikrin tartışılması ve serbestçe açıklanması teşvik edilirdi. Doğu Roma İmparatorluğu, Hıristiyanlığı devlet dini ilan etmesiyle bu okullardan imparator ve yakınları rahatsız olmaya başlamıştı. İktidar sahipleri, devletin sadece tek din ile gelişeceğine inanmışlardı. İmparator Teodosius, kilise ve devletin beraber iktidarı paylaşabileceklerine karar verip tüm imparatorlukta düşünce okullarını hedef aldı. İskenderiye' deki Serapis Tapınağı' nın, kasten galeyana getirilen bir güruhca yıkılması ve tüm bilim adamlarının kovulması bu politikanın en trajik sonuçlarındandı. Son olarak kalan Eski Mısır yazıtları yok olmuş ve kalıntıları da okuyup yorumlayacak kimse kalmamıştı. Bu olaydan iki yıl sonra Olimpiyat Oyunları da yasaklandı. Sadece Akdeniz havzasında tek bir okul açık kaldı: "Atina Hür Düşünce Okulu". Bu okulun hakkından İmparator Justinianus gelecekti. Büyük Roma' yı yeniden diriltmek isteyen imparator, "Tek devlet, tek yasa ve tek bir kilise" sloganıyla Atina Hür Düşünce Okulu' nu kapatıp ünlü hocalarını sürgüne yolladı. Bu şekilde antik medeniyet çağı tamamiyle sona erdirilmiş ve gerçek bilimlerin üzeri asırlar boyu kalacak siyah bir örtü ile örtülmüştü. Sanatçı bu freski Vatikan' ın duvarlarına resmederek karanlık örtünün kaldırıldığını ifade etmektedir. Resim, "Yeni Platoncu Düşünce" yi yansıtır. Resimde merkezi perspektifle betimlenen kubbeli salonların altında hür bir tartışma ortamında bir araya gelen sanatçılar ve filozoflar bulunmaktadır. Rönesans' ta merkezi bir kompozisyon vardı, herşey matematiksel bir düzen ve kuralları içinde yapılırdı. Sadelik, denge ve ölçü önemliydi. Perspektif algısı, renklerin canlı ve parlak kullanımı başarılı bir biçimde uygulanmış. Resim, Rönesans' ın temel aldığı Antik Yunan medeniyetinin en ünlü filozof ve bilim adamlarını bir araya getirmektedir. Ama arka planda Antik Yunan mimarisinden çok Roma dönemi mimari öğelerini içeren bir bina resmedilmiştir. Kolonların her iki yanındaki devasa heykeller (Apollon ve Athena) ve süslemeler Antik Yunan sanatına aittir. Resimde ustalıkla kullanılan perspektif öğeleri (ard arda birbirini takip eden üç kemer, merdivenler, ön planda yerdeki geometrik desen) bir teleskop etkisi yaratarak izleyicinin dikkatini tam ortadaki iki temel figüre çekmektedir. Resmin merkezinde yer alan en önemli iki figür Platon ve öğrencisi Aristotales' dir. Her ikisi de ellerinde kendi kitaplarını tutmaktadır. Platon, Timaeus; Aristo ise Ethics kitabını tutmaktadır. Evrenin kökeni, hayatın anlamı ve mutluluk gibi kavramlar antik felsefenin odağında olan düşünsel konulardı. Bu sorular halen bugün hayata yönelik en ciddi sorular olarak yerini korumaktadır. (Platon ve Aristo) Platon' un eli göğü, Aristo' nun ise yeri işaret etmektedir. Platon bu şekilde felsefesinin temeli olan ve mutlak gerçekliği temsil eden "İdealar Dünyası" nı işaret etmektedir. Diğer elinde resmin perspektif merkezi olan kitabı "Timeaus" u taşıyor. Platon, Raphael' in freskinde tıpkı Leonardo Da Vinci betimlemesi gibi yer almış, onu resmine taşımıştır. Aristoteles ise avuç içi aşağıyı gösterir biçimde ileri doğru uzatmıştır. Bu hareket onun fizik ve somut dünyayı temel alan görüşünü simgeler nitelikteydi. Diğer eliyle ünlü kitabı "Ethica" yı taşıyor. Resimde yer alan 59 figür bir düzen halinde yerleştirilmiştir. Sol kısımda müzik ve aritmetik ile ilgilenenler, sağ tarafta geometri ve astronomi ile ilgilenenler, orta kısımda ise bu bilim dalları ile erişilmiş yüksek seviye bilgi üzerine çalışan bilim adamları bulunmaktadır. Eserdeki tüm figürlerin anlamı ve hikayesi mevcuttur. Platon, idealarla temas eder; Ona göre şeyler ideaların gölgeleridir. Duyularla algılanan her şey bir simgedir. Ruh ise görünenin asıl var olma nedeni olan, ebedi gerçeği tanır çünkü bir zamanlar onunla temas etmiştir. Bilmek dışarıda olanı bilmek değil, içimizde olanı anımsamaktır. Platon, ideaları bulmak için gölgelerin yer aldığı karanlıktan, dünyanın yanılsatıcı tutsaklığından çıkmak gerektiğini bir mitosla anlatmıştır( Mağara Mitosu). Herşey kendi ideasına benzedikçe ideal duruma dönüşür. İnsanın içindeki ideanın yansıması olan bireydir. Çok parçadan oluşsa da insan, hepsinin bir araya geldiği bir birliktir. İdeal bir toplumda ahenkli bir şekilde bir araya geldiğinde ideal halini alır ve bu sadece bir insan yığını değil bir Devlet adını alır. Aristoteles, Platon'un öğrencisidir. Bir devrin kapanışını simgeler. İdealardan, yerdeki her şeyin özü olan göksel unsurlardan yere inilmiş, asıl olanın sadece algılanan olduğunu belirlemiştir. Aristo, bilimler ile bilgi düzeyleri ile ilgilenmiş ve bunları açıklamıştır. Düşüncelerine madde ve biçim temel olmuştur. Bu nedenle hocasının tersine yeri göstermiştir. Sokrates, Platon' un arkasındaki kalabalığın arasında anlattıklarını parmaklarını sayarak ispatlamaya çalışan figürdür. Bu şekilde "Sokratik Diyalog" yöntemi vurgulanmıştır. Sokrates, diğer filozoflarda uyandırdığı şeyden dolayı felsefe tarihinde temeldir. Diyalog yöntemini kullanmış, her soru kişinin içinden doğurduğu cevaba karşılık geliyordu."Tek bildiğim, hiçbir şey bilmediğimdir" diyerek bilgeliğin bir özelliği olan mütevaziliğini de göstermiştir. Sokrates' in yanında savaş kıyafetleri içinde öğrencisi olan Alkibiades bulunmaktadır. (Sokrates) İbni Rüşd, ön sol grupta arkadan ileri doğru uzanmış başında türban olan figürdür. İslam filazofu ve hekimdir. Aristoteles' in yapıtlarına yapmış olduğu yorumlarla Aristoculuğun dirilmesini ve güçlenmesini sağlamıştır. (İbni Rüşd) Hypatia, ünlü filozof ve matematikçi Theon' un kızıydı. Güzelliğinin yanı sıra bilgeliğiyle de herkesin hayranlığını kazanmış, tarihte bilinen ilk kadın matematikçidir. İskenderiye' de doğmuştur. (Hypatia) Pisagor, ön sol grubun merkezinde diz çökmüş, elinde tuttuğu deftere önündeki çocuğun tuttuğu levhadaki notları geçiriyor. Bu notlar müzik oktavlarını gösteren şemalardır. Okulunun kökeni gizemlidir. Felsefi okulundan daha derine gidişte bir geçiştir. Öğretisinin dört temel unsuru; güzellik, ahenk, saflık ve coşku olmuştur. Müzik aralıklarından gezegenler arası mesafelerden bahsedilmiştir. Pisagor' un anlattığı sayı ve şekiller, Platon' un bahsettiği idealara karşılık gelmektedir. (Pisagor) Heraklit, Parmenides' in takipçisidir. Ona göre; eğer iki karşıtlık arasında denge aramasaydık hareket edemezdik. Heraklit' i temsil eden Mikelanj' ın portresidir. Parmenides, metafiziği ilk kez ortaya koyan filazoftur. (Heraklit) Zerdüşt, ona göre insan iyiyi ve kötüyü seçebilmek için özgür irade ile yaratılmıştır. "Ben yeni bir din öğretmiyorum, eskisini ıslah ediyorum" demiştir. Eseri "Avesta" dır. Evrenin başlangıcında biri İyi' yi temsil eden "Ormuz"; diğeri kötüyü temsil eden "Ahriman" isimli iki ilke vardır. (Zerdüşt) Diyojen, merdivenlere sere serpe uzanmış, Parmanides ve Pisagor'a bakmaktadır. Öğretisine göre yaşamın tek amacı vardır: erdemli olmak. İnsanı erdemli yaptığı için bilgili olmaya değer verir. Ama bunun dışındaki her şeyi gereksiz görür. Bilge kişi kendine yetebilendir. Erdemin en büyük armağanı, insanı özgür yapmasıdır. Böyle bir kişi bütün isteklerinden sıyrıldığından Tanrılara benzer. İnsanın ihtiyaçları ne kadar azsa o kadar çok mutlu olur. (Diyojen)
Kaynaklar: Wikipedia Sokrates Öncesi Greek Felsefesi - Durmuş Hocaoğlu Fiziğin Tarihsel Gelişimi (Yarbis1.yıldız.edu.tr) Raphael's School of Athens (Smarthistory.khanacademy.org) The Philosopher as Hero: Raphael's The School of Athens (Artcyclopedia.com) Raphael’s School of Athens: A Theorem in a Painting?- Robert Haas The School of Athens (Ancientworlds.net) Güzel bir çiçek perisi olan Flora, Roma mitolojisinde çiçeklerin ve baharın tanrıçasıydı. Bahar rengi (sarı ve soluk yeşil) anlamına gelen Yunanca Chloris onu tanımlar. Flora`nın ikiz kardeşi olan Fauna, yaban ve hayvanların tanrıçasıydı. Bahar, Flora` nın mevsimidir ve doğurganlık, aşk, çiçek açmak onun niteliklerindendi. Çiçeklerden yapılan bal, onun hediyelerindendi. Flora adı Roma gizli(kutsal) isimlerinden biri olduğu söylenir. Flora ağaçları çiçeklendirir, çiçek açan her bitkiye hükmederdi. Bir gün tarlalarda dolaşırken rüzgar tanrısı Zephyros onu görüp aşık olur ve onu kaçırır. Amacı Flora ile evlenmek olan Zephyros, Flora`ya düğün hediyesi olarak süs bitkileri dahil tüm çiçekli bitkilere ve ekinlere hükmetme gücünü verir. Tanrıça Flora, onuruna iki tapınak inşa edilmiş. Biri Circus Maximus yakınında yapılmış. Burada araba yarışları yapılmış daha sonra stadyum olmuş. Tanrıça Flora adına Floralia Festivali düzenlenmiş. Bu festival, ilkbahar sırasında yapılırmış ve altı gün sürermiş. Festival boyunca at yarışları ve atletizm yarışmaları yapılırmış. Sandro Botticelli' nin Bahar alegorisi olarak da isimlendirilen bu resim, Batı sanatının en lirik resimlerindendir. İlkbahar resmi adeta bir rüyaya benzeyen klasik ile çağdaşı birleştiren niteliktedir. Eser Lorenzo Medici’ nin Floransa eteklerindeki villasının dekoru için yapılmıştır. Primavera, kış kasveti için en iyi panzehirdi. Eserdeki orman, ağaçlar, yeşillikler Venüs’ün Doğumu resmine benzerdir. Başka bir deyişle “İlkbahar”, Venüs’ün Doğuşu resminin devamı niteliğindedir. Kompozisyonun ortasında (herşeyin ekseni) Venüs, bilinen çıplaklığın ötesinde adeta Azize Meryem görünümündedir. Zühre olarak da bilinen Venüs, gökyüzünün en parlak gezegenidir. Ayrıca varoluşun kendini gerçekleştirmesi için gereken toprak, ateş, su ve hava olan dört elementi tamamlayan beşinci element olduğuna inanılır. İdeal güzelliği sembolize eden Venüs, geçici olmayan aşkı aramak için bir kapı niteliğinde olabilir. Venüs'ün sağı Doğu, solu Batı ile ilgili olarak bir yaşam mekanı oluşturmaktadır. Şafakla ilgisi bilinen Mercury' ün doğuyla olan ilgisi, Batı rüzgarı olmasıyla Batı'yı temsil eden Zephyrus' tan farklılaşmakla birlikte yaşam ortamı açısından bir bütünlük oluşturur. Venüs, Üç Güzeller tarafından çelenk ile süslenmiş. Resimdeki bahçenin Hesperides Bahçesi'nden esinlenildiği rivayet edilir. Eski efsaneye göre altın elma veren ağaç bu bahçede büyürmüş. Bu meyve kötülüğe sapmaktan ve dünyevi aşktan uzak durmaya işaret etmektedir. Hera, bu ağacı Gaia' nın kendisine düğün hediyesi olarak verdiği meyve ağacı dallarından yetiştirmiş, Hera, Hesperidleri (Üç Güzeller) de bu ağaçlara bakma görevini vermiştir. Hesperidlerin bu ağaçlara yeterince sahip çıkamayacağını düşünen Hera ejderha Ladon'u bahçeye bekçilik yapması için getirmiştir. Fakat resimde ejderha yerine dans eden Üç Güzeller vardır. Üç Güzeller’in Atlas’ın kızları olduğuna dair bir rivayet vardır. Bunlar Neşe, Zarafet ve İffet perileridir. "Antik Yunan ve Roma' da etik, güzelliğin ardında gizli olan bizim eylemlerimiz ve diğer insanlarla ve doğayla olan ilişkimize bağlıydı". Mavi renkle boyanmış olan Batı Rüzgar Tanrısı Zephyrus, peri Chloris'e aşık olmuş, onu elde etmeye çalışır. Zephyrus, Chloris'e tecavüz eder, sanatçı bunu ağzından fışkıran çiçeklerle sembolize etmektedir. Neo-Eflatunculukta fışkırma terimi ortaya çıkma sürecini açıklamak için kullanılır. Chloris adı saf ruhun sembolü olan beyaz renkle ilişkilidir. Flora'ya dönüşür, Bahar hayatın sembolü, yeni bir başlangıcı temsil eder. Mercury - Hermes, gizemli şeyleri bilen bilgedir.Onun büyülü eskülap yılanları ikilemleri temsil eder. Hermes cehalet bulutlarının giderilmesini sağlayan olarak tasvir edilir.Cehalet bulutları geçicidir, bu engeller temizlendiğinde bilgelik olan güneş tekrar görünecektir. Felsefeyi bilmek cehalet bulutlarının temizlenmesini sağlayan bir etkendir. Hermes, "Ruhların Rehberi"; görünmez dünyada ruhların kılavuzu olan tanrı demektir.Onun pelerini cehaletin ölümünü sembolize eder. Hermes, akıl ile cehalet bulutlarını temizleyen "Aklın Tanrısı"dır. Hermes, ölümlüler ve tanrılar; cennet ve dünya arasındaki elçiydi.Mercury' ün elindeki kılıçla sözün gücü olgusunu pekiştirmesi perileri de aşk kavramına işaret eder. Bu grubun ana oluşumunun Neo Platonist düşüncenin yoğun etkisini taşıyan yaklaşımla diğer grubun doğallığından sıyrılıp ruhsal bir boyut kazanmaktadır. Primavera, NeoPlatonik öğretilerin ortaya çıkışını sembolize eder. Aşk yolculuğunda ruhun ardındaki itici olan güçtür. İdeal güzelliğin yansıması olan bu hayattaki güzel formlara aşık olmak, ideal güzelliğin çeşitli gösterimlerinin kaynağını aramak için ruha yol gösterecektir.
Kaynaklar: Acropolis Culturel Magazine(Sayı 26) - Güner Orucu All- Art History of Art: The Early Renaissance- Sandro Botticelli World Art Treasures : Sandro Botticelli Tuvaldeki Başyapıt La Primavera History answer.com Thaliatook.com Afrodit; Yunan mitolojisinde aşk ve güzellik tanrıçası, Roma mitolojisindeki ismi Venüs'tür. Yunanlı sanatçılar, yüzyıllar boyunca, yetkin bir kadın güzelliği geliştirmek amacıyla, yavaş yavaş ideal bir Aphrodite tipi geliştirmişlerdir. Bu yetkin güzelliğe ne kadar çok yaklaşılmışsa, tanrıçanın tanrısal özelliği de o kadar azalmış ve insansal tip üstün gelmiş. Kadın sembolü, Roma, Bizans ve Hellenistik dönemlerde mermerden heykel figürü olarak ortaya konmuş; böylece kadının toplumsal açıdan önemi ve onun geçmişten günümüze devam eden sürekliliği vurgulanmıştır. Bu bir anlamda erkek benliğinin hayal dünyasında oluşturduğu eserlerinin arka planında, kadının bazen tanrı olarak ilahlaştırıldığı bazen de sanat eserlerinde estetik bir obje olarak yansıtıldığını göstermektedir. Bunun yanı sıra kadın, hemen hemen her sanatçı ve tasarımcının mitolojide var olduğu şekliyle Tanrıça Venüs (Afrodid) veya Helen; gerçek yaşamda ise toplumsal bir varlık olarak karşılığını güzellik abidesi bir değer olarak bulan bir fenomen şeklinde ya resmedilmiş veya kabartmalara plastik etki veren bir imaj olarak yerleştirilmiştir. Rönesans Sanatı’nda var olan Antikite’ye (Antik Yunan) özenme ve buna bağlı olarak gelişen sanatta, Venüs de diğer tüm mitolojik kahramanlar gibi Rönesans Sanatı’nda oldukça fazla işlenen bir figür olarak karşımıza çıkar. Orta Çağ’ın katı kurallarından sıyrılan ve dönemin en önemli düşünce akımlarından biri olan hümanizm akımına gösterilen ilgiye yönelen sanatçılar, Antik Yunan’ın Helenistik dönemde zirveye ulaşan heykel sanatına ve Helenistik dönemin en önemli ve beğenilen eserlerinin kopyalandığı Roma eserlerini yeniden inşa etmeye ve bu başarıyı resimde de elde etmeye çabalamışlar. Sanatta çağlar boyu kadın, hep erkeğin veya sistemin görmek ve göstermek istediği kalıplar içinde sanatın adeta bir nesnesi olmuştur. 17. yy.' dan beri özellikle resim sanatında bir takım sembollerle kadın imajı çizilmeye çalışılmıştır. Meryem Ana özveri ve saygınlık simgesi, Venüs estetik ve güzellik simgesi, Magdelena fahişe ve günahkar simgesidir. İlkbahar (La Primavera) Sandro Botticelli 1478: Botticelli, 15. yüzyıl Floransa Sanatı’nda insan figürü, öykü anlatımı ve Antikite’ye yaklaşımıyla ayrı bir yere sahiptir. Onun resimlerinde antikiteden yararlanma, sadece kompozisyonda antik öğelere yer vermekle kalmaz, o konularında pagan mitolojisinden seçer. Botticelli’nin, yapmış olduğu "Primavera"da saydam giysiler içerisinde el ele tutuşmuş üç güzellerin halka dansı yaptığı görülmektedir. Rönesans sanatçıları bu dansı, antik sanat yapıtları ve edebi kaynaklardaki betimlemelerden bilmektedir. Bunlardan biri, antik dönem yazarlarından Seneca’nın De beneficis’de anlattığı kayıp bir klasik resimdir. Seneca bu resimde, üç güzellerin, armağan verme, kabul etme ve geri vermeden ibaret üç yönünü temsil eden gülümseyen, genç, el ele tutuşmuş, bol saydam giysiler giymiş kızlar olarak betimlendiğini anlatır. Yunan mitolojisinde Afrodit’in hizmetinde olan bu neşe, eğlence ve güzellik tanrıçaları Rönesans döneminde kozmolojik bir simgeye dönüşmüştür. Botticelli’nin bu tablosunun gerçekleştirilmesinde önemli payı bulunan Marsilio Ficino’ya göre evren, ilahi bir sevgi dairesidir. Yeni-Platoncu kozmolojide sürekli bir oluşum, değişim ve kaynağa dönüş döngüsü söz konusudur ve bu döngünün her aşaması, sonsuz döngü dansını yapan güzellerden birine karşılık gelir. Bu aşamalar, Tanrı’da başlayıp Tanrı’ya cezp ettiği için güzellik (Lat. pulchritudo); dünyaya yayılarak onu tutsak ettiği için aşk (Lat. amor) ve yeniden yaratıcısına dönerek onu eseriyle birleştirdiği için hazdır (Lat. voluptas). Güzellikten başlayan aşk, haz ile sonlanmakta ve tıpkı başladığı noktaya geri dönen bir dairede olduğu gibi, Tanrı’dan başlayıp dünyaya yayılan ve sonunda tekrar Tanrı’ya dönen sürekli bir çekim bulunmaktadır. Kompozisyonun merkezini Venüs ve hemen üzerinde bulunan Eros figürü oluşturur. Sol tarafta, yukarıda sözü edilen Üç Güzeller ve onların solunda, Üç Güzeller’in koruyucusu olarak Mars yer alır. Burada perilerden Chloris, ona aşık olan Zephyr tarafından baharı simgeleyen tanrıça Flora’ya dönüştürülmüştür. Hemen solda ağaçların arasından sahneye giren Zephyros, bir Nymypa olan Chloris’i ormanda yakalayıp ona sahip olur. Pişmanlığını kanıtlamak için onunla evlenince; Chloris çiçeklerin ve tomurcukların tanrıçası Flora’ya, mevsim de ilkbahara dönüşür. Botticelli bu anı Chloris’in ağzından çiçekler çıkararak resmeder. Dönemin Floransa’sında kadının evleneceği kişiyi seçme şansı pek yoktur. Venüs'ün Doğuşu (The Birth Of Venus) Sandro Botticelli 1482-86: Botticelli bu eserinde, Şair Angelo Poliziano’nun dizelerinden esinlenmiş. Botticelli’nin resmi, bir pagan mitinin, insan ruhuna ilişkin, Yeni Platoncu bir anlayışa dönüştürülmesidir. Paganların güzellik ve aşk tanrıçası Venüs, Botticelli’de dünyevi şehvetten arındırılmış olan göksel Venüs’e dönüştürülmüştür. Ruhun seyretmesi gereken Venüs de budur. Burada Venüs, zihinsel ve tinsel güzellikle ilgilidir ve aynı zamanda insan ruhunun cisimleştirilmesidir. Botticelli’ nin resmi, ruhun ilk masumiyetinin ve dürüstlüğünün alegorisidir, madde dünyasıyla ilişkiye geçmeden önceki halidir. Burada ruh, aklın elbisesi ile giyinik hale gelmek üzere tutku rüzgarları tarafından kıyıya doğru üflenmektedir. Tanrıçanın güzelliği, mükemmel ruhun güzelliğidir. Pagan mit, ruhun, Hıristiyan mistisizminde cezbe, Yeni Platonculuk’ta güzeli seyir ile Tanrı’ya yükselişi konseptine dönüştürülmüş. Boticelli, Venüs’ün Doğusu’nda mitolojik bir konu işler. Dalgaların köpürdüğünden doğan Güzellik ve Aşk Tanrıçası Venüs, çalkantılı bir denizde rüzgar tanrıları tarafında bir doğurganlık simgesi olan midye kabuğunun içinde, ayakta karaya atılmıştır. Homeros’un metnine göre Yunan mitolojisinde Kronus, babası Uranüs’ü hadım edip cinsel organını denize atar. Sonuçta deniz döllenmiş olur ve Venüs de denizden doğar. Venüs bu tabloda bir deniz kabuğu üzerinde denizden yükselip, sol taraftaki iki rüzgar tarafından kıyıya doğru sürüklenmiş şekilde betimlenir. Tabloya ilham veren antik dönem eserlerinde deniz kabuğu, vulvayı simgeler. Çıplak olarak betimlenen Venüs’ün yanında, mevsim tanrıçaları olan Horae’den biri bulunur ve elindeki çiçekli pelerin ile tanrıçanın üzerini örtmeye çalışır. Ayrıca resimde rüzgarlar Venüs’ün üzerine, ortası altın renginde güller dökmektedir. Kimilerine göre bu eser, Venüs'ün imkansız uzunluktaki boynu ve sol omzundaki anatomik olarak mümkün olmayan açı neticesiyle maniyerizmi müjdelemektedir. Venüs ve Mars (Venus and Mars) Sandro Botticelli 1483: Mars yarı çıplak bir şekilde derin bir uykuda ve kendinden geçmiş vaziyette uyuyor. Venüs ise ayak bileklerine kadar inen mütevazi bir giysiyle, ona derin bir şekilde bakıyor. Venüs ile Mars’ın hemen arkasında iki tane Satyr çocuk Mars’ın mızrağını tutmuşlar, kaçırmaya çalışıyorlar. Hemen onların önünde farklı bir Satyr Çocuk Mars’ın kulağına deniz kabuğu ile üflüyor. Ares’in yaslandığı, çıkarmış olduğu zırhının içinde oyun oynayan bir Satyr daha görülüyor. Bütün bunlar ağaçlarla kaplı bir ormanın içerisinde kompozisyon edilmiş. Resmin teması, aşkın gücü savaşçının fiziksel gücünün üstünde olabildiğidir. Mars derin bir uykudadır ve Satyr haylaz oyunuyla dahi onu uyandırabilir. Onlar kendilerini eğlendirmek için, onun silah ve zırhlarını kullanıyor ve hatta bir deniz kabuğu ile kulağına üfleyerek uyandırmaya çalışıyor. Onu diğer arkadaşlarıysa, Mars’ın kaskını giymiş ve savaşçı mızrağını çalmaya çalışıyor. Aşk tanrıçası kendi cinsel cesaretinin savaş tanrısının savaş düşkünlüğüne bile üstün geldiğini bilmenin güveniyle savaş tanrısını uyurken seyretmekteydi. Kaynaklar: Mitolojiden Barok'a Venüs İmgesi - Pelin Şen Sanatsal Bir Obje Olarak Kadın ve Bazı Toplumlarda Kadına Bakış - Nurettin Gülaçtı Dünden Bugüne Batı Resim Sanatında Kadın Mekan İlişkisi - Neslihan Özgenç Wikipedia |